Duygusal Zekâ ve Bilişsel Önyargılar

By

Tüm hayatım boyunca gördüm ki insanların mutluluğunu ve başarısını etkileyen en önemli
faktörlerden biri kişinin bilişsel zekaya sahip olduğu kadar, duygusal zekaya da sahip olması ve hatta
bu daha da önemli! Daniel Goleman’ın popüleştirdiği bu konu bir organizasyonda kişilerin duygusal
etkileşimlerinin yarattığı sonuçlara odaklanmamızı sağlamıştır. Bu çok doğrusal bir ilişkidir.
Duygularımız bizi belirli aksiyonlara iter, o aksiyonlarımızın da diğerleri üzerinde belirli etkileri olur.
Davranışlarımızı etkileri olumlu veya olumsuz olabilir. Eğer çevremizdeki insanları olumlu etkilemişsek
motivasyonları ve bağlılıkları artar. Yok eğer olumsuz etkilediysek, ki, biz buna “motivasyonel borç”
diyoruz, bu da kişilerin şevklerinin kırılmasına ve giderek bizden veya işten uzaklaşmalarına sebep
olur.

Eğer hayatımızda duygusal zekanın rolüne önem vermeden devam edersek; bu bizi uzun vadede
başarısızlıklara sürükleyecektir. İnsanlar tarafından etrafta istenmeyen kişi olarak etiketlenmek içten
bile değil. Daniel Goleman’a göre, duygusal zekanın bileşenlerini şöyle özetleyebiliriz:

Öz Farkındalık yetkinlikleri: Kişinin kendi duygularını tanıma ve anlama yeteneğidir. Bu yetkinlik,
duyguları tanımanın ötesinde, kişinin davranışların ve duyguların diğer insanların üzerindeki etkisinin
de farkında olması demektir. Doğru Öz Değerlendirme: Kişinin güçlü yönlerini ve sınırlarını bilmek.
Başkalarının kendi hakkında ne düşündüklerini anlamak ve objektif bir şekilde değerlendirebilme
yeteneğidir. Özgüven: Kişinin kendine değerine ve yeteneklerine ilişkin güçlü, iyi hissetme halidir.

Öz Yönetim: Kişinin duygularını yönetebilme yeteneğidir. Bu, duyguları ifade etmek için doğru
zamanı ve yeri beklemek anlamına da gelir. Kişinin içsel durumlarını, dürtülerini ve kaynaklarını
yönetmesini ifade eder. Özyönetim kümesi altı yetkinlik vardır. Duygusal Öz Kontrol: Yıkıcı duyguları
ve dürtüleri kontrol altında tutma. Şeffaflık: Dürüstlüğü korumak, kişinin değerleriyle uyumlu hareket
etmek. Uyarlanabilirlik: Değişikliği ele alma esnekliği. Başarı/kazanımlar: Bir mükemmellik standardını
iyileştirmeye veya karşılamaya çabalamak. Girişim: Fırsatlara göre hareket etmeye hazır olmak.
İyimserlik: Engellere ve aksaklıklara rağmen hedeflere ulaşmada ısrarcı olmak.

Sosyal Farkındalık: başkalarıyla iyi iletişim kurabilmek, insanların ilişkileri ve başkalarının duyguları,
ihtiyaçları ve endişeleri konusundaki farkında olmak. Sosyal Farkındalık kümesi üç yetkinlik içerir: Empati: Başkalarının duygularını, nasıl hissettiğini ve bakış açılarını algılama ve endişeleriyle aktif birşekilde ilgilenme. Organizasyonel Farkındalık: Bir grubun duygusal durumlarını ve güç ilişkilerini
okumak. Hizmet Odaklılık: Müşterilerin ihtiyaçlarını öngörmek, tanımak ve karşılamak ile
ilişkilendirilir.

Sosyal Beceriler: başkalarında istenen tepkileri tetikleme becerisi veya ustalığıyla ilgilidir. İlişki
Yönetimi kümesi altı yetkinlik içerir: Başkalarını Geliştirme: Başkalarının gelişim ihtiyaçlarını algılama
ve yeteneklerini geliştirme. İlham Verici Liderlik: Bireylere ve gruplara ilham vermek ve rehberlik
etmek. Değişime Katalizör olmak: Değişikliği başlatma veya yönetme yetisidir. Etki: İkna için etkili
taktikler kullanmak. Çatışma Yönetimi: Anlaşmazlıkları müzakere etmek ve çözmek. Takım Çalışması
ve İşbirliği: Ortak hedefler için başkalarıyla birlikte çalışmak. Kolektif hedeflere ulaşmada grup sinerjisi
yaratmak.

Duygusal zekadan bahsederken bilişsel ön yargılardan bahsetmesek hiç olmaz. Gerçekten nasıl karar
veriyoruz, her zaman objektif ve durumsal analiz yaparak ilerleyebiliyor muyuz? Duylarım kararlarımı
ne kadar etkiliyor? Duygularımı tetikleyen şeyler ne? Duygularımı yönetebiliyor muyum? Yoksa
tetiklendiğim anda foşşş diye başkalarının üzerine boca ediyor muyum? Beynimizin çalışma yapısı çok
ilginç yıllar önce okuduğum, “Incognito” Beynin Gizli Hayatı, Davit Eagleman’nın kitabından da
hatırlıyorum.

Okuduğum araştırmalar beynimizin düşünürken 2li bir sistem kullandığından bahsediyor: 1. sistem:
sezgisel işlemlerden sorumlu, diğerine göre daha hızlı, otomatik ve çaba gerektirmeden çalışan
sistem. Bu sistem duyguları ve sezgileri kullanıyor çok hızlı aynı anda pek çok işlemi birden
yapabiliyor, işler paralel yürüyor bu evrende. 2. Sistem: ise bilinçli akıl yürütmeden sorumlu. İlk
sisteme göre daha yavaş, kontrollü ve çalışması çaba gerektiren bir sistem. Bu sistemdeki işlemler
ise seri yürüyor, yani bir anda sadece bir işlem yapılabilir. Diğerine göre duygulardan daha
bağımsızdır. Mesela matematik problemi çözerken bu sistemi kullanırız.

Çok karmaşık bir problemle karşılaştığımızda, konuyu çabucak çözmek için, beynimiz kısa yollara
başvuruyor, bunu aslında biz farkında bile olmadan otomatik bir makine gibi, çok çeşitli verileri hızlıca
tarayıp, eski deneyimlerimize göre oluşturduğumuz dağarcığımızdan çıkarıp, hop diye bir yargıya
varıyor. İşte bu çerçevede, oturup rasyonel bir analiz yapmadan sezgilerimize göre davrandığımızda;
bu bilişsel önyargılar ortaya çıkıyor. Beynimizin bu kısa yolları kullanması çoğu zaman işimize yarasa
bile, bazen de rasyonel karar almamızı sınırlayan bir engel oluşturuyor.

Hepimiz bilişsel önyargılara sahibiz hatta psikologlar bile, bu bizim beynimizin çalışma şeklinden kaynaklanıyor. Ama gerçekten objektif olmamız, varsayımlarımıza ve önyargılarımıza kapılmadan hareket etmemiz, karar almamız gerektiğinde bunun farkında olmamız gerekir. Bilişsel önyargılarımızı yönetmemizin yolu gene öz
farkındalıktan geçiyor. Kendimizi iyi tanımamız ve uygun bir şekilde geliştirmemiz gerekiyor. Bir gözlem yaparken veya konuşurken aklımız arka tarafta bin bir hipotez üretir. Bu bizim varsayımlarımızdır. Doğru karar vermek için bu varsayımları test etmek, doğrulamak veya çürütmek için sorgulamak gerekir. Kısacası analitik, bilinçli, rasyonel olan 2. Sistemi devreye almamız gerekir. Çok çabuk olmamız gereken durumlarda bunu başaramaya biliriz ama eğer kendi bilişsel önyargılarımızın üzerinde çalışır ve farkına varırsak, O zaman, nerede bu önyargıların ortaya çıktığını çabucak fark ederek bu yanılsamalara düşmeyebiliriz.

Google’ladığınızda bilişsel önyargılar kodeksinde belki yüzden fazla bilişsel önyargı ile tanışacaksınız, kendinizdekilerle karşılaştığınızdagülümseyeceğinizi şimdiden tahmin ediyorum. Aşağıda kendi eğitimlerimizde öne çıkardığımız ve işhayatında sıkça karşılaştığımız bilişsel önyargıları buraya bırakıyorum. Benim en çok düştüğümİyimserlik Önyargısı ve Yanlış fikir birliği etkisi, bakalım sizinkiler neler? Keyifli okumalar dilerim.

 

 

  • Confirmation bias: Teyit önyargısı, kendi bakış açımıza uygun fikirleri toplama eğilimi,
    bilinçsizce karşıt fikirleri göz ardı etmeye çalışırız, hep bizi teyit edecek bilgileri
    toplamaya çalışırız.

 

  • Hindside bias: Arka taraf önyargısı, bildiğin, önceden deneyimlediğin şeylere
    tutunmak, onun için farklı şeyleri deneyimlemek istememek eğilimi.

 

  •  Anchoring bias: Çapa önyargısı, önceden sahip oldukları bilgilere dayanmak ya da bir
    konuyu incelerken ilk buldukları bilgilere çok fazla güvenmek, daha sonra farklı
    bilgiler bulsalar bile ilk öğrendiklerine takılıp kalırlar.

 

  • Misinformation bias: Yanlış bilgi etkisi, aslında insan hafızası kaydettiği bilgileri olduğu
    gibi saklayamıyor, sonradan farkında olmadan bazı bilgileri değiştirebiliyor. Bununla
    ilgili How reliable is your memory? Psikolog Elizabeth Loftus’un kendi çalışmalarında TED
    Talk konuşmasını izleyebilirsiniz çok çarpıcı.

 

  • Aktör veya gözlemci önyargısı: kendi davranışlarını değerlerken dışsal nedenlere
    atıfta bulunurken, diğerlerinin davranışlarını içsel nedenlerle olduğunu düşünüyor.
    Ben işimi bitiremedim çünkü Ali geldi zamanımı aldı, Arzu işini bitiremedi zaten
    tembel, bitirmeye gönlü yok gibi…

 

  • Optimizm bias: İyimserlik önyargısı olumsuz bir olay yaşama olasılığının daha düşük
    olduğuna inanmak, duruma göre pek gerçekçi olmayabilir.

 

  • Availability Heuristic: sezgisellik diyebiliriz, bu beynin kısa yolu gibi, bir şey
    duyduğunda hızlıca bilinçaltı depolarına gidip örnek olayları seziyor bir yöntemi veya
    kararı değerlendirirken hızlıca sezgilerine güveniyor, ama bunun rasyonel bir
    açıklaması yok. (Öyle hissediyorum, pek sıcak bakmıyorum gibi sözlerle ifade
    edilebilir).

 

  • Self Serving bias: Kendi kendine hizmet eden önyargı, pozitif olan gelişmeleri kendi
    karakterine, negatif olan şeyleri dış etkilere bağlamak. Ben çok iyi bir geliştiriciyim bu
    nedenle ödül aldım, son yaptığımız iş patladı çünkü o sırada çok kötü bir şey oldu…

 

  • Halo effect bias: hale etkisi bazı insanların pozitif bir ışığı vardır parlar, başarılı bir
    imajları olur, diğerlerinin görüşlerini kolay etkilerler grupta bir ağırlıkları vardır. Horn
    effect ise, bunun tam tersi etkiye sahip kişinin “iletişimi veya dış görünüşü“ sebebiyle
    gözlemciye veya diğerlerine çekici gelmemesi nedeniyle fikirlerinin pek dinlenmemesi
    veya kayda değer bulunmaması hali.

 

  • False consensus bias: Yanlış fikir birliği etkisi, diğer insanların sayısını ya da ne ölçüde
    görüşlerimizi paylaştıkları konusunda abarttığımızda ortaya çıkar. Bu nedenle
    gerçekte olduğundan daha fazla fikir birliği içinde olduğumuza inanırız. Tamam
    tamam herkes böyle düşünüyor, öyleyse bu şekilde yapalım! diyerek konuyu çok
    tartışmadan kapatırız, ancak zaman ilerledikçe herkesin hemfikir olmadığını
    anlarsınız.

 

Bu konuda daha fazla okumak isterseniz bu siteye de bakabilirsiniz